1. Haberler
  2. Uncategorized
  3. Tükenmişlik Sendromu 2

Tükenmişlik Sendromu 2

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

1

Tükenmişlik Sendromunun Kültürel ve Tarihsel Katmanları: Modern İnsanlığın Sessiz Çöküşü

Günümüzde birçok birey, sabahları uyanmakta zorlanıyor, işine karşı ilgisizleşiyor ve hayatı anlamlandırmakta güçlük çekiyor. Psikolojik literatürde bu halin karşılığı “tükenmişlik sendromu” olarak tanımlanmakta. Ancak bu kavram, yalnızca bireysel bir ruh hali bozukluğu değil; aynı zamanda modern dünyanın sosyo-kültürel ve tarihsel dinamiklerinin bir ürünüdür. Bu yazı, tükenmişlik sendromunun tarihsel, kültürel ve psikolojik kökenlerine ışık tutarak, bu çok katmanlı olguyu bütüncül bir perspektifle incelemeyi amaçlamaktadır.

Tükenmişliğin Tanımı ve Modern Bağlamı

Tükenmişlik sendromu, ilk kez 1970’lerde psikolog Herbert Freudenberger tarafından, özellikle yardım mesleklerinde çalışan bireylerde gözlemlenen yoğun yorgunluk, motivasyon kaybı ve kişisel başarı hissinde azalma gibi belirtilerle tanımlandı. Ancak bugün tükenmişlik yalnızca sağlık çalışanlarını değil; beyaz yakalıdan öğrenciye, ev hanımından yaratıcı profesyonellere kadar geniş bir kesimi etkiliyor.

Modern dünyada tükenmişliğin yaygınlaşmasının başlıca nedenleri arasında sürekli üretkenlik beklentisi, performans odaklı yaşam tarzı ve dijital teknolojilerin bireyin tüm zamanını kaplaması yer alıyor. Artık sadece iş yerinde değil, sosyal medyada dahi “başarılı” olmak zorundayız. Bu zorunluluk hali, bireyi sürekli bir yarış içine sokuyor ve sonunda fiziksel, duygusal ve zihinsel tükenmeye sürüklüyor.

Tarihsel Kökler: Endüstri Devrimi’nden Neoliberal Çağa

Tükenmişliğin izlerini sürmek, bizi sanayi devrimine kadar götürür. 18. yüzyıldan itibaren artan üretim talebi, iş gücünün makineleşmesi ve zamanın disipline edilmesi, bireyin kendi ritmini kaybetmesine neden oldu. Emek artık sadece geçim kaynağı değil, kimliğin bir parçası haline geldi. Max Weber’in “Protestan Ahlakı” üzerinden tanımladığı “mesleğin kutsallığı” anlayışı, çalışmanın yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki bir yükümlülük olarak görülmesine neden oldu.

20.yüzyılda Fordist üretim anlayışı bireyden belirli bir tempo, itaat ve düzenlilik beklerken; 21. yüzyılın neoliberal düzeni daha esnek ama daha acımasız bir sistem getirdi. Artık iş sadece ofiste değil; evde, kafede, tatilde bile sürüyor. Zamanın kutsallığı yerini “her an ulaşılabilir olma” baskısına bıraktı. Bu da bireyin sınırlarını silikleştirerek sürekli bir meşguliyet hali yaratıyor. Bu tarihsel evrim, tükenmişliği sistemsel bir sonuç haline getiriyor.

 

 Kültürel Boyut: Başarı Mitleri ve Kendi Kendine Yatırım

Modern kültür, bireye sürekli “daha iyi” olmayı öğütler. Başarılı olmanın yolu; sabah 5’te kalkmaktan, sürekli gelişmekten ve asla pes etmemekten geçer. Kendi potansiyelini gerçekleştirme söylemi, bir zamanlar özgürlük vaadi taşırken; artık bir tür içsel baskıya dönüşmüştür. İnsan, kendi içindeki “verimsiz” yanlarını törpülemeye çalışan bir yatırım nesnesi haline gelir.

Bu kültürel yapı içinde başarısızlık sadece bir sonuç değil, aynı zamanda bir kişilik kusuru olarak görülür. Bu da bireyi sürekli kendini optimize etmeye zorlar. Koreli filozof Byung-Chul Han’ın deyimiyle modern insan artık bir “performans öznesi” dir ve kendi kendini sömürür. Bu durum, tükenmişliği yalnızca dışsal baskıların değil, içselleştirilmiş değerlerin de bir sonucu haline getirir.

Psikolojik Dinamikler: Kaygı, Yetersizlik ve Yalnızlık

Tükenmişlik çoğu zaman depresyonla karıştırılır; ancak bu iki durum arasında belirgin farklar vardır. Tükenmişlikte birey, genel olarak yaşamdan zevk alabilir; ancak özellikle iş ya da sorumluluk alanlarında belirgin bir yorgunluk ve anlamsızlık hisseder. Bu durum genellikle yüksek beklentilerle başlayan bir sürecin, zamanla doyum alamama ve kontrol kaybı hissiyle sönümlenmesiyle ortaya çıkar.

Tükenmişliğin psikolojik altyapısında çoğunlukla mükemmeliyetçilik, özdeğerin başarıyla özdeşleştirilmesi, sınır koyamama ve “hayır” diyememe gibi dinamikler yer alır. Ayrıca dijitalleşen dünyada yalnızlık ve anlam arayışının da tükenmişliği derinleştirdiği görülmektedir. İronik bir şekilde, bağlantı çağında insanlar hiç olmadığı kadar izole hisseder.

 Alternatif Yorumlar ve Eleştiriler: Patoloji mi, Direniş mi?

Tükenmişlik sendromuna dair yapılan eleştirilerden biri, bu durumun yalnızca bireysel bir “bozukluk” olarak ele alınmasının yanlışlığıdır. Bazı düşünürler, tükenmişliğin aslında bireyin sisteme karşı bilinçdışı bir direnişi olduğunu savunur. Sistem, bireyi hep daha fazlasına zorladığında, beden ve zihin “artık yeter” diyerek işlevsizleşir. Bu işlevsizleşme, bir tür pasif protestoya dönüşür.

Buradan bakıldığında tükenmişlik yalnızca bir hastalık değil, modern yaşam biçiminin sürdürülemezliğine dair bir semptomdur. Tükenmiş birey, bu anlamda sistemin kurallarına karşı çıkan bir figür haline gelir. Bu yaklaşım, tükenmişliğe yalnızca tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olarak değil, dönüştürülmesi gereken bir yaşam biçimi olarak bakmayı gerektirir.

 Yeni Bir Yaşam Olasılığı Olarak Tükenmişlik

Tükenmişlik, modern çağın en görünür fakat en az anlaşılan problemlerinden biridir. Onu yalnızca bireysel bir zayıflık olarak görmek, sorunun toplumsal ve kültürel boyutlarını göz ardı etmektir. Tükenmişlik, bir çağın anatomisidir. Bu anatomiyi doğru okumak, yalnızca bireysel iyileşme için değil, toplumsal dönüşüm için de gereklidir. Belki de tükenmişlik, yeni bir yaşam biçimi inşa etmenin eşiğidir. Daha yavaş, daha anlamlı ve daha sınırları belirlenmiş bir hayatın ihtiyacıdır. İnsan ancak tükenişin kıyısında, yaşadığı hayatı sorgulamaya başlar. Bu sorgulama, belki de gerçek özgürlüğün ilk adımıdır.

Ebru ÖZCAN
Eğitim Uzmanı/ Uzman. Psikolog
📧 Mail: tiyatebru@gmail.com
📷 Instagram: https://www.instagram.com/mish_gibi_yapmak?igsh=ZG1xbDJnN2Y5dXNi
📺 Youtube: http://www.youtube.com/@ebruozcan11

📍 Adres: Altıntepe mah. Hüsniye cad Atasoy apt MALTEPE-İSTANBUL

Tükenmişlik Sendromu 2
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Bizi Takip Edin